30 Ocak 2011 Pazar

Nereye Gideceğini Bilmeden Yola Çıkmak...

Sevgililer günü, doğum günü ve evlilik yıldönümü gibi "ÖZEL" günler dışında, beklenmedik zamanlarda yapılan süprizler ,alınan hediyeler, davetler daha doğal ve şaşırtıcı bence.

İşte bu süprizlerden biri geçen gün gerçekleşti. Ömer 1-2 ay öncesinden uçak bileti almıştı ikimize. Ama nereye gideceğimizi söylemedi. Bir hafta sonu seyahati olacaktı bu.
Meraklandım çok, bir o kadar da heyecanlandım. Hayaller kurdum acaba neresi olabilir diye :) Yolculuk tarihi yaklaştıkça merakım da arttı. Ömer sadece nasıl kıyafetler almam gerektiğini söylemişti.

Yolculuk tarihi işlerimin en yoğun olduğu döneme denk geldi. Danışmanlık yaptığım proje, bu kaçamaktan hemen sonraki p.tesi günü pilot kullanıma açılacaktı. Böyle durumlarda genelde haftasonunu işte geçirir, her şeyin yolunda olduğundan emin olurum ama bu sefer durum farklıydı, güzel bir planımız vardı. Projeye dair bi sürü yeni istek geliyordu müşteriden. Gidemeyeceğimi düşünmeye başlamıştım artık. Veee cuma günü geldi çattı. Sabah bavulumuzu hazırladım. Kapının girişine bıraktım. Sabah erkenden işe gitim. Aklımdaki herşeyi uyguladım. Öğleden sonra bazı aksilikler çıktı ama hepsini tek tek aştık... Saat 17:00 olmuştu ve 19:45'te uçağım vardı. Proje ekibine Ömer'in süprizinden bahsettim. Herkes çok beğendi bu süprizi :) "Bu harika organizasyonu kaçırmamanız lazım!" dediler. Ekibe olası sorunları çözmeleri için izlemeleri gereken yolları anlattım. Beni her zaman arayabileceklerini, çok istisnai bi durum olursa pazar günü geri dönebileceğimi söyledim. Saat 18:00 olmuştu. Koşarak arabaya atladım. Bilmediğim bir yere yetişmek için acele ediyordum :) Ömer işten erkenden çıkmış evde beni bekliyordu. Ömer'i aldım, üstümü falan değiştirmeden yola çıktık. Arabayla havaalanına gittik. Check-in için kuyruğa girdiğimizde Bodrum'a gideceğimizi öğrenmiş oldum :) İçime bir sıcaklık doldu "BODRUM" yazısını görünce... Hem daha önce gitmediğim bir yerdi, hem Ankara'nın kuru soğuğundan uzaklaşacaktık, hem deniz havası, hem hem hemm... :))))))

1 saat süren yolculuğun ardından Bodrum Havaalanına vardık. Havaş yolculuğu yarım saat sürdü. 22.30 gibi Bodrum'daydık. Ömer'in intenetten bulduğu otelin sahibi bizi terminalden aldı. Otele vardık ve ikimizde beğenmedik oteli. Soğuk bir havası vardı. Otelin sahibinden af dileyerek otelin hoşumuza gitmediğini başka bir yer bakacağımızı söyledik. Adam o kadar kibardı ki bize başka bir otel tavsiye etti. Elimizde bavulumuz gece 11'de sahile doğru yürürken ikimizde durumun absürdlüğüne güldük :) Sahile doğru indik. Deniz kenarında otel sahibinin tavsiye ettiği otele ve sahilde gördüğümüz Dinç Otel'e baktık. Sonunda Dinç Otel adlı butik otel'de karar kıldık.

Sabah otelde yaptığımız güzel kahvaltıdan sonra sahilde yürüyüş yaptık. Bu gezide bize beyaz/gri bir köpek te eşlik etti :) Hava sıcaklığı 20 dereceydi. Bodrum'un en sakin dönemiydi ve bu mevsimde montsuz gezebilmek çooook güzeldi. :)




 Bodrum kalesini gezdik. Denizin ortasında, dimdik ayakta, muhteşem manzaralı bir kale. İçeride Türkiyenin tek su altı müzesi var. Bunun yanında kuleler, Karya Krallığı Prensesinin mezarından çıkan mücevherlerin sergilendiği bir salon bulunuyor.





Gemi batıklarından çıkarılan bir çok testi vardı kalede sergilenen (Amphora deniyor bunlara.) Her ülkenin kendine özgü bir Amphorası var. Kimi uzun ince, kimi tombik, kimi yuvarlak hatlı, kimi dik hatlı testiler. Bu testiler deniz ticaretinde şarap, zeytinyağı, baharat gibi malları taşımak için kullanılıyormuş.



Bodrum kalesinde bir de işkence bölümü/zindan var. Burada akla hayale gelmeyecek eziyetler çektirilmiş rehinelere. Kale müslümanların eline geçtikten sonra kapatılmış. Çok sonra Kültür bakanlığı tarafından bulunmuş.






Kaleyi gezerken Akdeniz manzarasıyla gözlerimiz ziyafet çekti ama karnımız da çok acıktı. Balık yemekte hemfikirdik. Taze balık yiyebileceğimiz bir yer sorduk sahildeki balıkçılara ve hemen oracıkta balıkçı teknesinde balık pişirildiğini öğrendik. Balıklarımızı seçtik. Gözümüz dönmüştü kalos, barbun ve uskumru seçtik tezgahtan ve tekneye atlayıp balıkların pişmesini bekledik. Bir yandan da salatamız hazırlandı. Şahane bir balık keyfi yaptık.


Yemekten sonra sahilde bir kafede oturup yat limanına karşı çaylarımızı içtik. Otele dönüp otelin sahildeki kafe kısmında takıldık. Odamıza çıkıp biraz dinlendikten sonra dışarı çıkıp etrafta ne var ne yok diye bakındık. Mado'da oturup fıstıklı baklava üstü kesme dondurma yedik. Son zamanlarda Mado'nun kesme dondurmasına kafayı takmış bulunuyorum. Öyle ki yerken kendimden geçiyorum :) Mado'da çalışan garsonla sohbet ettik. Urfalı olduğunu öğrendik. "Halikarnas  Balıkçısı'nın evi nerde?" diye sorduk ama 8 aydır Bodrum'da yaşamasına rağmen kimden bahsettiğimizi bilmediğini söyledi. Haftasonu dahil hergün sabah 8 akşam 10 bu dükkanda çalışıyormuş. Büyük ihtimalle hiç gezmemiş Bodrum'u...Otele döndüğümüzde canlı müzik vardı restoran kısmında. Birer salata yiyip müzik dinleyerek günün sonuunu getirdik.


Ertesi gün erkenden uyandık. Çarşaf gibi bir deniz ve Bodrum kalesi manzaralı kahvaltımızdan sonra Zeki Müren'in müzeye dönüştürülen evini ziyaret ettik. Ev Bodrum'un en güzel yerinde, iki katlı mütevazı döşenmiş bir evdi.



Tüm kostümleri, mücevherleri, eşyaları sergileniyordu müzede. İçerde Zeki Müren şarkıları çalıyordu. En çok sevdiğim şarkılardan biri olan "Fikrinden Geceler"i ilk kez Zeki Müren'den dinledim ve tek kelimeyle bayıldım yorumuna.

Bu gezide Zeki Müren'in ressam yönünü de keşfettik. Evin duvarlarında yaptığı onlarca tablo asılıydı. Tamamı soyut bu tabloların her birinde bir duyguyu anlatmış Zeki Müren.


Bir sonraki durağımız Dünya'nın yedi harikasından biri olan Halikarnas Mozolesi. Mozole Kral Mausollos için karısı ve kız kardeşi tarafından yaptırılmış bir mezar. Yapımı M.Ö. 350 yılında tamamlanmış. Yüksekliği 45 metre olan bu devasa mozoleden geriye sadece temeli kalmış. Neden derseniz, 15. yüzyılda Haçlı Seferleri sırasında St. John şövalyeleri bölgeye gelmişler ve bugünkü Bodrum Kalesini yapmışlar. Bu kalenin yapımında Halikarnas Mozolesi'nin nerdeyse bütün taşları kullanılmış. Halikarnas Mozolesi'nin 4 tarafındaki 4 heykel, tanrıların değil de insanlar ve hayvanların heykelleri olmasından dolayı tarihte özel birer yer tutuyor.



Mozoleyi ve orijinalini gösteren çizimleri inceledikten sonra Yalıkavak'ı görmek üzere bir dolmuşa atladık. Bodrum'un iç tarafları kıyılara göre çok daha yeşil. Yalıkavak sessiz sakin bir yer gibi göründü bize. Bunda  kış mevsimi ve pazar günü olmasının da etkisi vardı muhakkak.Yalıkavak sahilinde birer neskafe içtik. Kafenin sahibi bayanla muhabbet ettik. Çevreyi dolaştıktan sonra dolmuş durağına dönerken bir pastanenin yanında 2. el kitap satan bir tezgah gördük. Tezgahın başında yabancı olduğu her halinden belli bir bayan vardı. biraz konuştuk kendisiyle. Kanada'lı olduğunu, 5 yıldır Bodrum'da yaşadığını ve sokak köpeklerinin bakımı için kitap sattığını anlattı. Biz de seve seve 3 tane kitap aldık. Bunlar; Seçme Alman Öyküleri,  Da Vinci Code ve The Lady and the Unicorn 'du.


Bodrum'a döndüğümüzde hal pazarına yakın bir balık lokantasında yine bir balık ziyafeti çekip otele geçtik. Biraz dinlenip üstümüzü değiştikten sonra dışarıda biraz dolaştık. Ünlü Halikarnas diskoya şöyle bir bakındık. Otele dönüp şömine  başında gazete okuyarak kafamızı dinledik. 


 








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder