19 Eylül 2010 Pazar

İtalya, Venedik: Yurt dışına ilk çıkışım...

Dünyayı gezmek küçüklüğümden beri en büyük hayallerimden biriydi.  Bu hayali gerçekleştirmem için paraya, ailemden izin alabilecek kadar büyümeye ve iyi bir gezi arkadaşına ihtiyacım vardı... Bu üç parametreyi bir araya getirdiğim ilk fırsatta hazırlıklara başladım. 2007 yılı Temmuz ayındaydık. 2,5 yıldır bir bilişim şirketinde Yazılım Mühendisi olarak çalışıyordum, 26 yaşındaydım ve 14 Temmuz'da benimle aynı hayalleri paylaşan müstakbel eşimle evlenecektim. İkimiz de balayında yurt dışına gitmeyi çok istiyorduk. Önce "İspanya!" dedik ama Avrupa'da 3 yıl yaşayan, eğitim gören  ağabeyim, İspanya'nın karışık bir dönemden geçtiğini, tehlikeli olabileceğini söyleyince, balayında o kadar da maceraya gerek yok deyip vazgeçtik. Sonra İtalya üzerinde durduk. Tur tarihleri, fiyatı, gezi planı kafamıza yatınca İtalya'da karar kıldık. İlk pasaportumu, ilk vizemi bu gezi vesilesiyle almış oldum.

İtalya Turları C.Tesi çıkışlı olduğu için 14 Temmuz haftası katılamayacaktık. Biz de bir sonraki hafta yani  21 Temmuz  turuna katılmaya karar verdik.. Ömer'in birikmiş 40 gün izni vardı, benim de evlilik izniyle beraber 17 gün izin hakkım vardı. 17 günlük iznimi bir kerede kullanacağımı patrona açıklamak için, kına gecesi, düğün ve balayı programımı kendisine e-mail yoluyla anlatmayı uygun gördüm ve başarılı da oldum :)
Bütün akrabalarım Urfa'da yaşadığı için ailem 11 Temmuz Çarşamba günü Urfa'da geleneksel bir kına gecesi düzenledi. Osmanlı motifleriyle işli, kırmızı kadifeden bir bindallı giydim o gece, belime de üniversiteyi kazandığım sene babamın hediye ettiği telkari gümüş kemeri taktım...Kına yakıldı,  davul zurna gecenin geç saatlerine kadar çaldı.. Uzun halaylar oluşturduk. Tüm sevdiklerim oradaydı... Ardından Ankara'ya geldik ve 14 Temmuz Cumartesi günü bol sürprizli, eğlenceli, benim için büyülü bir düğünle evlendik. Yemekler yendi, danslar edildi, fotoğraflar çekildi. 

Düğünden sonraki P.Tesi günü vize mülakatı için İtalyan konsolosluğuna gittik Ömer'le. Onlarca belge götürdük yanımızda. İkimiz de çalıştığımız için vize almamız sorun olmadı ama son ana kadar tedirgin olduk çıkar mı çıkmaz mı diye... 21 Temmuz'u beklerken Abant'a gittik 3 günlüğüne. Abant'ın serinliği, sakinliği düğün yorgunluğunu üzerimizden atmamıza çok yardım etti doğrusu. Göl çevresinde uzun yürüyüşler yaptık, bisiklete bindik, köy kahvaltısı yaptık. En çok ızgara balığını sevdik Abant'ın, bir de temiz havasını...
Vee 21 Temmuz gelmişti.. Tur programına göre sırasıyla Venedik(1 gün), Floransa(2 gün) ve Roma'ya(3 gün) gidecektik. Ankara'dan İstanbul'a gittik Ömer'le. Tura katılan yaklaşık 70 kişi vardı. Gece 23.50'da Atatürk havalimanından kalkan AtlasJet uçağı yaklaşık 3.5 saatte Bologna Havaalanına vardı. Yolcular arasında şu an aklıma gelen  45 yaşlarında neşeli bir hala ve 13-14 yaşlarında cin gibi 2 kız yeğeni, 50 yaşlarında bir anne ve kızlarla hemen kaynaşan 14 yaşlarındaki oğlu, Tıp fakültesini yeni kazanmış 2 genç , 7 günlük tur boyunca topuklu ayakkabılarını çıkarmayan genç bir kadın ve kocası, yeni evli, tesettürlü, cana yakın bir genç bayan ve gemi ticareti yapan zengin, tombik kocası, 4-5 yaşlarındaki çocuğuyla tur boyu sefil olan balık etli hanım, kocası ve kız kardeşi, Kıbrıslı genç bir çift, polis olduğunu söyleyen zayıf bayan ve kendisinden hayli büyük görünen eşi, İstanbul Telekom'da çalıştığını daha sonra öğrendiğimiz orta yaşlı mühendis hanım ve eşi vardı...
Havaalanında bizi Aytuğ adındaki rehberimiz karşıladı. Tezcanlı, konuşkan, hareketli 35 yaşlarında bir adamdı Aytuğ. 70 kişi 2 büyük otobüse bindik ve kalacağımız otele doğru yola koyulduk. Yolda Aytuğ kendini tanıttı. Bizlere cep telefonu numarasını verdi. Ertesi gün neler yapacağımızı anlattı. Restoranlardaki bahşiş sisteminden, yankesicilerden, para bozarken alınacak vergilerden bahsetti.. Bunlar gerçekten bizim için çok faydalı bilgilerdi. 20 dk.lık bir yolculuktan sonra Hotel Villa Isabella'ya vardık. 4 yıldızlı bu küçük otel Venedik'e 20 km uzaklıktaydı.

 Hemen odalara yerleştik ve uyuyakaldık. Sabah uyandırma servisi tarafından uyandırıldık :) Kahvaltıya indiğimizde Avrupalıların kahvaltı kültürlerinin çok zayıf  olduğunu anlamıştık. Sütlü kahve, krosan , bal.. hepsi bu kadar... Buna continental kahvaltı deniyormuş. :(
Kahvaltıdan sonra hazırlanıp otobüslere bindik ve Venedik'e doğru yola koyulduk.
Venedik Kuzey İtalya'nın doğusunda Adriyatik denizi kıyılarında, İtalya'ya bağlı bir ada şehir. Karaya, 4 kilometre uzunluğunda kara ve demiryolu köprüsü ile bağlanıyor. Yaklaşık 118 adacık üzerine kurulu ve Venedik'te adacıkları birbirinden ayıran 170 kanal ve birbirine bağlayan 400 köprü bulunuyor.
 Venedik'te yaşayanların %50'den fazlası geçimlerini turizmden sağlıyorlar, bugüne kadarki rekor bir günde 150.000 turistmiş. Avrupa'nın motorlu kara taşıtlarına izin verilmeyen tek büyük kenti burası.
Otobüsten inip vapura bindik 10'ar kişilik gruplar halinde. Venedik'e yaklaşınca büyük bir kilise göründü, tadilat halindeydi,. Redontore Kilisesi...

Kilisenin Hikayesi şöyle:Venedik 1348 Mart'ında Avrupa'yı kasıp kavuran "Kara Ölüm" vebadan hayli etkilenmiş ve nüfusunun üçte ikisini kaybetmiş. Salgında kırk kadar asil aile tamamen yok olmuş. Cesetlerin gömülmek üzere çevredeki küçük ıssız adacıklara taşınması için sağlıklı insanlar yetersiz kalınca hapishanedekiler bile salıverilmiş.


Salgının etkisini kaybetmesinin ardından, yaklaşık iki yüz yıl sonra tüm Avrupa ile birlikte, 1575'te, Venedik'i yeni bir veba salgını sarmış. Elli bir bin kişinin can verdiği salgında, 175.000'e ulaşmış nüfus 124.000'e inmiş. "Karantina" uygulaması ilk kez bu dönemde Venedik'te tarihe geçmiş. Dışarıdan getirtilen doktorlardan bir çoğu, kendilerini simsiyah cübbeler, ilginç sivri gagalı maskeler, siyah geniş kenarlı şapkalar ve eldivenlerle korumalarına rağmen "Kara Ölüm"e yenik düşünce, halk müthiş bir panik yaşamış. Sokaklar cesetlerle doluymuş ve görevliler onları toplayıp gömmeye yetişemiyormuş.
Salgının kontrol altına alındığı, 1576 Eylül ayında toplanan Senato, vebadan kurtulanların tanrıya şükranlarını sunmaları adına bir kilise yapma kararı almış. "REDENTORE" ( Kurtarıcı İSA) adı verilen kilise1592'de tamamlanmış.
Kilisenin tamamlandığı tarihten itibaren, her yıl Temmuz ayının üçüncü pazarı bu şenlikleri tekrarlamak Venedikliler için gelenekselleşmiş.
Vapurdan iniyoruz. İşte Venedik'teyiz. Rehberimiz önde biz arkada ilerliyoruz. Arada bir gölge bir yerde durup bize tarihi bilgiler veriyor.

Kanallar arasında estetik bir köprünün, İşkence Köprü'sünün(Ahlar Köprüsü: Ponte Dei Sospiri) önünden geçiyoruz.

Bu köprü mahkumların hapishaneye götürülmesi için kullanılıyormuş eskiden. iki paralel geçit varmış köprüde, sorguya giden mahkumlarla diğer mahkumlar karşılaşmasınlar diye böyle yapılmış. Şair Lord Bryon köprüyü şu dizelerle anmış:
Venedik'te Ahlar Köprü'sünde duruyorum,
Bir tarafımda bir saray, diğer tarafımda ise hapishane... 
Yürüyüş sırasında bir büfeden su almaya kalkıştım, büfedeki adam bana "Aqua naturale?  Aqua minerale? " diye sordu. "Naturale" dedim tabii ama şaşırmadım değil. İtalyanlar maden suyunu öyle çok tüketiyorlar ki, normal suyun muadili haline gelmiş...

 Kanallar arasında gondol la gezmek her genç kızın rüyasıdır bence, hele de gondolda müzik varsa :) . Rehber bundan sonrasını serbest zaman ilan ediyor ve vapurdan indiğimiz yerde akşam 7.5'ta buluşmak üzere sözleşiyoruz.. Rehberin fahiş fiyata satmaya çalıştığı gondol turunu es geçip kendimiz alıyoruz biletimizi. Eski taş evler, bankalar, dükkanlar arasında kanallarda ilerliyoruz.


Gondol gezisini ölümsüzleştirmek için kameraya alıyoruz. Bir ara Kıbrıslı çiftle kameraları değiştirip birbirimizi de çektik.

Venedik sokaklarını keşfetmeye koyuluyoruz. Bütün yollar San Marco meydanına çıkıyor. Bu meydan adını San Marco Basilikası'ndan almış. Turistlerin Venedik'teki ilk uğrak yeri olan bu meydan kadar eşsiz zarif orantılara sahip, üç tarafı 16. ve 17. y.y.'dan kalma, varaklı, muhteşem heykellerle çevrelenmiş başka bir meydan var mıdır acaba Dünya'da?




San Marco Basilikası düklerin ve Venedikli iki maceraperestin İskenderiye'den kaçırdığı Aziz Markos'un mezarı olarak inşa edilmiş. Aziz Markos'un cenazesini kaçırmak için domuz etine sarmışlar. Müslüman gümrük memurlarının dokunmamak için sıkı kontrol etmemeleri sonucu başarılı olmuşlar planlarında. Bu olay İtalyan ressamlar tarafından Basilika'nın kubbe içlerine resmedilmiştir.

Basilika'nın içinde yer alan Museo Marciano 'ya giriyoruz Ömer'le. Bazilikanın çoğu süslemesi doğudan çalınmış, bazıları savaş ganimeti olarak getirilmiş. Örneğin Cavalli di San Marco(San Marco Atları)  burada sergilenen en değerli hazinedir. Bu dört bronz atın ilk başta Roma'da bulunduğu daha sonra İstanbul 'a götürüldüğü söyleniyor. 1204 yılında Dük Dandolo tarafından savaş ganimeti olarak Venedik'e götürülmüş.

Basilikanın üst kat teraslarına çıkıyoruz. buradan Venedik muhteşem görünüyor. Bir kaç fotoğrak çekindikten sonra aşağı iniyoruz.



San Marco meydanındaki cafeler çok lüks ve güzel. Buralara yolunuz düşerse San Marco meydanında klasik müzik eşliğinde bir kahve içmenizi tavsiye ederim.


Venedik sokaklarını geziyoruz Ömer'le. Burası çok turistik bi yer olduğu için ve herşey deniz yoluyla getirildiği için biraz pahalı.. Maske satan dükkanların önünden geçiyoruz. Çeşit çeşit maskeler var. sadece gözleri kapatanlar, tüm yüzü saranlar, veba salgını döneminde doktorların kullandığı uzun burunlu siyah maskeler...




Yol üstünde karşılaştığımız bir MacDonalds'ta karnımızı doyurup yola devam ediyoruz. Elimizdeki Berlitz marka cep rehberi sayesinde gezdiğimiz yerlerin tarihi önemini vs okuma şansımız da oluyor. Arada bir durup dinleniyoruz, çeşmelerden su içiyoruz. Rialto Köprüsünü ve pazarlarını merak ediyoruz. Bu körü şehri iki yakaya ayırıyor. Büyük kanal üzerinde zarif eğimli mermer kemerli bir köprü.


Rialto pazarından maskeler, magnetler ve pinokyodan araba süsleri, Gondol temalı anahtarlıklar aldık. rehberle buluşma saatimiz gelmişti. Yavaş yavaş limana doğru ilerlerken dar sokaklardan geçtik. Tur sakinleri de limanda toplaşmaya başlamışlardı. Hala ve yeğenleri en son geldiler. Yine vapur + otobüs yapıp otele döndük hep beraber. Ertesi gün Floransa'nın yolunu tutacaktık.